MUHAMMED MURSİ’NİN ŞEHİT EDİLİŞİ VE DOLAYISIYLA

İstanbul, 20 Haziran 2019

    Mısır’da, İhvan-ı Müslimin’in liderlerinden, seçim kazanarak bir süre cumhurbaşkanlığı da yapmış olan ve idamla yargılanan Muhammed Mursi’nin, bilindiği gibi, mahkeme esnasında hayatını kaybettiği açıklandı. Daha önce yaptığımız konuşmalarda ve son Ramazan Bayramı konuşmamızda da belirttiğimiz gibi, İhvan-ı Müslimin yani Müslüman Kardeşler Teşkilâtı seçime bir tereddütten sonra katılmıştı. Biz, o seçimin bir “oyun” olduğunu, onda bir tuzak bulunduğunu, o zaman da, daha sonra da söylemiştik. Ve eğer Partimiz yeterince gelişip büyüseydi, Mısır’da temsilciliğimiz olacaktı ve biz de onları o seçime girmemeleri yönünde uyarmış olacaktık. Nasır zamanında, Enver Sâdat zamanında, Hüsnü Mübarek zamanında, bu son yönetim zamanında, Müslüman Kardeşler, sanki hür ve normal siyasî  ortam varmışcasına meydana çıkmış ve sonunda suçluymuşlar gibi büyük bedel ödemişlerdir. Bir ‘‘oyun’’a gelerek, kurulan tuzaklara düşerek, üzücü bir duruma gelmiş olsalar da, Muhammed Mursi, gerçek bir müslüman lider olma tavrını göstermiş, asla tâviz vermemiş, dâvası uğruna hayatını feda etmekten kaçınmamıştır.

    Bu sebeple, O’na Allah’tan rahmet dilerken, islâm yolunda şehit olmuş bir kahraman olduğunu söylemek hakkı teslim etmek olacaktır. O, kendini kurtarmıştır. Fakat ne yazık ki, İslâm Âlemi, bir kere daha, tarih önünde sınavı kaybetmiştir. Bunda da, sorumlu olan, halklar değil, yöneticiler ve aydınlardır.

    Bir ülkede olan bir hâdiseye diğer ülkeler bir şekilde ilgi gösterip sonuçta etkili olabilirler. İslâm Âlemi, meselâ, elli yedi islâm ülkesinin organizasyonu olan İslâm İşbirliği Teşkilâtı ve benzeri organizasyonlar, zamanında ve ciddi bir şekilde girişimde bulunsaydı, en azından idamlar önlenebilirdi. Oysa, gerek organizasyonlar ve gerekse yöneticiler tarafından, neredeyse, kınamadan öte, ciddi bir hareket görülmedi. O kadar zaman geçti, bir tek kişinin bile kendi başına yapacağı kınamadan daha fazla bir şey yapmadılar. Şimdi ise, Mursi’nin ölümü üzerine, hepsi beyanat üstüne beyanat vererek, kınama yoluna gitmişler, sanki merhum Muhammed Mursi’ye ve dâvaya sahip çıkıyorlarmış gibi bir görüntü vermeye, günün moda tâbiriyle ‘’hâmaset’’ ya da popülizm yapma yarışına girmişlerdir. Samimi olarak seslerini yükselten yazarlar, kişiler, gençler, milletimizin uyanışının ve dirilişinin bir işareti olarak umut vericidir ama, iktidarı ve muhalefetiyle siyaset sahasında boy gösterenler, zamanında yapılması gerekenleri yerine getirmeyip, şimdi, ve daha çok da şu seçim ortamında, içerde, takdir devşirmeye yeltenenler bizce olumlu bir harekette bulunmamışlardır.

    Son büyük islâm devleti olan devletimiz Osmanlı Devleti’nin son döneminde, âdeta, otuz yıl önden giderek, devletin parçalanması sonucunu doğuran batıcılık ve ayrımcılık teşebbüslerinde başı çeken Mısır, Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulduktan sonra, bu sefer, otuz  yıl geriden gelerek, bizde olan büyük kırılma ve dönüşümlerin yaklaşık benzerlerini yaşamıştır. Nasır zamanında, Cumhuriyeti ilân etmiş, kral ailesini kovmuşlar, müslüman liderlerden de altı kişiyi asmışlardı. 60’lı 70’li yıllarda da bizde olan darbelerin benzerleri orda da meydana geldi. Şimdiki yönetim de, bir nevi, bizim, 12 Eylül darbesine paralel bir konumda gibi. Batının büyük baskısı altında bunalmış bir yönetim olarak, işte bu gibi, hepimizi üzen, telâfisi mümkün olmayan davranışlarda bulunmaktadır. Bu hâl, bu durum ve bu tutum, yalnız Mısır’a özgü değil, yer yer, zaman zaman, her müslüman ülkesinde yaşanan dram ve trajedilerin asıl kaynağı olan islâm âlemine musallat olmuş bir psikolojinin, dışa teslimiyet psikolojisinin sonucudur. Devletimiz Osmanlı Devleti’nin batışından bu yana geçen şu yüz yıl içinde, İslâm Âlemi, bu trajedileri fazlasıyla ve acımasızca yaşamıştır. Şu anda da, İslâm Âlemi, işgal ve istilâ hareketleriyle karşı karşıya kalmakta ve savaşıp durmaktadır.

    Çözüm, altmış yıldan beri yazdığımız ve söylediğimiz gibi, müslüman aydınların uyanıp İslâm Âleminin tümünde etkili olacak şekilde bir varlık ve güç göstermeleridir. Bunu, sadece, yöneticilerden beklemek, bugüne kadar görüldüğü gibi bir yarar sağlamamıştır. Çünkü: yöneticiler, genellikle, Batı, Doğu, Kuzey’deki büyük devletlerin etkisi altındadırlar. Formasyonları, gelişleri ve geçmişten gelen bağımlılıklar yüzünden, gerek kişisel ve gerekse birlikte hareketleri çok sınırlı ve kontrol altındadır. Beklenen kurtuluşu sağlamaktan uzak durumdadırlar. Umut, aydınlardadır. Aydınların uyanmasındadır. Halklarımız, zaten bunu bekliyor. Bir “hareket” büyür, bütün İslâm Âleminde varlığını hissettirirse, yöneticiler de bu harekete uymak zorunda kalırlar. Şimdiye kadar islâm ülkelerinde bir takım “hareketler” görülmüşse de bütünleşmeden ya tasfiye olmuşlar ya da yerel kalmışlardır. Biz, Diriliş Hareketi’nin büyüyüp o hareketleri de içine alarak, İslâm Âleminin dirilişini ve kurtuluşunu sağlamasını, bunu da, İslâm Medeniyetini tekrar bütün gücüyle ve açılımıyla yaşantımızın temeli yaparak ve yeni büyük bir İslâm Devletini  veya Devletler Birliğini kurarak gerçekleştirmesini istiyoruz. Bütün çabamız bilindiği gibi bunun içindir. Zaten kurtuluş burada.

    Mursi’ye, idam edilen gençlere ve şu son yüzyıllık fetret döneminde bu şekilde şehit düşen, mağdur olan şuurlu, inançlı diriliş önderlerine, bir kere daha rahmet dilerken, İslâm Âleminin uyanmasını ve gelecekte de bunların yaşanmaması için gereken köklü değişim ve dirilişin gerçekleşmesini Allah’tan diliyoruz.

YÜCE DİRİLİŞ PARTİSİ

GENEL BAŞKANI

SEZAİ KARAKOÇ