İstanbul, 7 Haziran 2025
“Her şey eskir şu dünyada, Eskimeyen hakikattir. Dünyada sanki eskime, biricik kuraldır. O kurala karşı koyma da yaşamanın şartı. Canlı bir özle karşı konulur, eskimeye karşı durulur. Dağ, taş, ağaç, yıldız ve gök eskir. Eskimeyen hakikattir. Eskitmeyen, eskimeye karşı koyan canlı öz, ruhtan doğmadır. Ruh da İlahi bir kaynaktan. Ay, güneş, su, ateş, zaman ve saat eskir. Eskimeyen hakikattir…İnsan ne için yaratıldı? İnsan eskimeyen bir hakikat için yaratıldı. Eskimeyen, eskitilmeyen bir hakikat için. Gün gelir, kıyamet bile eskir. Eskimeyen hakikattir.”
“Ana ilkemiz hakikattir” şiarıyla yola çıkan partimizin kurucu Genel Başkanı Sezai Karakoç (rahmetle anıyoruz), hakikatin zaman üstü gerçekliğini böyle tarif etmişti. Yine Kurban Bayramı’nın değerini şu satırlarla gönüllere nakşetmiş idi:
“Bayramdır ve yine bayram. Haccın ve Kurbanın Bayramı. Hac, Kâbe ve Kurban Bayramı. Müslümanlardan başka kimsenin sırrını anlayamayacağı bayramdır bu bayram. Nimetlerin ve nimetlere ilişkin kudretlerin bayramı. “Lebbeyk” sesinin bayramı. Müslüman pazusunun gerildiği bayram. Şeytanın taşa boğulduğu ve gömüldüğü bayram. Taşın bile şeytanı ezme şuurunu kazandığı bayram.
Müslümanların kalbi yavaş yavaş Kâbe’ye yönelir. Kâbe inanmış ak kalplerin toplayıcısı olur. Teker teker çeker Müslümanları. Ve bayram günü, Müslümanların kalbi, ihramlara girerek dünyadan soyunmuş, tavaflarla dünyadan arınmış Müslümanların kalbi, Kâbe’de toplanarak, oradan Allah’a yükselir. Kâbe, ruhların kutsal bacası.
Müslümanlar kutlu yolculuğa çıkarlar. Peygamberlerin, sahabenin, velilerin, imamların, şehitlerin toprağa armağan bıraktıkları hatıraları ziyaret ede ede Mekke’ye ayak basarlar. Arafat’ı görür görmez ruhların yurdunu hatırlarlar. Kâbe’yi, bu şehadet anıtını, putların kırıldığına şahit anıtı, Hz. İbrahim’in elleriyle temel yapıya konmuş Hacer-i Esved’i görünce dünyayı aşarlar. Böylece her hac yolcusu, İslam tarihini, peygamberler tarihini, Peygamber devrini yaşamış olur. Dinin özü tarihle birleşir. Tarih, İslam içinde yerini alır her hac yolcusunun kalbinde.
Tarih ve ibadet birleşmiş, bir araya gelmiştir. Mekân, Kâbe’den başlayarak, çizgi çizgi hac yollarıyla, göğe, kutlu cihana açılır olmuştur. Her hacı, dönüşünde kasabasına ve şehrine Kâbe’den bir anlam taşıyacaktır. Allah’ın katına, Kâbe’den bir kurban gibi yükselmiş kalbini taşıyacaktır. Hintli, Afrikalı, Asyalı, Avrupalı ayrılmaksızın birbirine örülmüş kardeşlik ipliğinden bir kıvrım taşıyacaktır ülkesine. Müslümanların kanında bir kardeşlik kanı gibi dolaşacak olan zemzem taşıyacaktır.
Ramazan Bayramı yılın bayramıdır, Kurban Bayramı tarihin bayramı. Oruçta, Müslüman, tabiatla hesaplaşmasını yapar. Ramazan Bayramı da tabiatı yenişin bayramıdır. Kurban Bayramı ise, tarihi yaşamanın yemişi. Ve bu iki bayramla Müslüman, tarihi yüklenmiş ve tabiatı yenmiş olarak Yaratıcının karşısına çıkmış olacaktır. İnsan karşısında tabiatla tarih nasıl birbirini tamamlarsa, bu iki bayram da birbirlerini tamamlar, bütünler. İnsan, oruç ayı boyunca, içinde görünmeyen tabiatı yavaş yavaş kurban eder. Hac boyunca da İslâm tarihinin şuuruna vararak nefsini kurban etmeyi öğrenir. Kurban işte bu iç kurbanın sembolüdür.
Kurban, din fedakarlıklarının tarihini insanın varoluşuna katar. Hacılar, Kâbe’den üstlerine düşmüş bir ışıkla geri dönerler. Mekke ve Medine, İslâm ülkelerinin her tarafına, bütün kasaba ve şehirlere görünüş görünüş taşınır. Kimse bu hayatı değiştiremez. Bu hayatı Müslümanlara bağışlayan Allah’tır. Bayram, onun bayramıdır.”
“Allah’tan bir bağış gibi, Peygamberden bir armağan gibi, Kur’an’dan bir nefes gibi, sahabeden bir ses gibi, şehitlerden bir hatıra gibi, imamlardan bir ilim gibi” gelen bayramlar son yıllarda “adeta kendi genel varoluş ödevlerinin dışında bir misyon daha yüklenmiş bulunuyorlar.” Bu misyon, eskimeyen hakikati tamamen aşikâr hale getirerek, Müslümanları kaderin karşı karşıya bıraktığı karar ve seçim vaktinin idrakine vardırmaktır. Çünkü İslam ülkesi, her parçasıyla ve nihayetinde bütün olarak bir ölüm-kalım mücadelesinin içindedir ve bu mücadeleyi kazanmak Müslümanların gerçek gündemi ve acil kurtuluş çaresini fark etmeleri ile mümkün olacaktır. Bu farkındalığı engellemek için on yıllardır hayaller ve yalanlarla örülmüş bir propaganda bulutu, zihinleri kaplamak, bulandırmak ve karartmak için kullanıldı ve kullanılıyor.
Çağımızda hakikat, batılın en keskin kılıçlarından biri olan propaganda ile zorlu ve zorunlu bir mücadele içindedir. Bu mücadelede zamanın kılıcı hakikatin yanındadır: “Propaganda ile hakikat arasındaki yarışmada, başlangıçta propaganda hızla geçer hakikati. Fakat sonra çabuk yorulur, geriler, tökezler ve kalakalır. Hakikat ise yavaş yavaş ilerler, belli başlı bir merhaleye varır. Her merhalede yeni bir hız kazanır. Sonunda en hızlıdır ve hedefe vardığı zaman da sanki koşuya yeni çıkmışçasına bir tazelik ve canlılık içindedir.”
Evet, hakikat mağlup gözükse de daima muzafferdir. İslâm galip gelecektir. “Yeryüzü bana mescit ve temiz kılındı” kutlu müjdesinin ışığında arz her zerresiyle İslâm Yurdu olacaktır. Bu müjdenin tahakkuku ile bu zafer ve fethin gerçekleşmesi Müslümanların birliğine, İslam Milletinin her türlü mezhep, etnik kimlik ve ulus devlet aidiyetini aşarak tekrar bir araya gelmesine ve İslam Ülkesini yekpare bir vatan şuuruyla koruyup ayağa kaldırmasına bağlıdır. Gerçek bayram budur. Bu bayramda: “Bir Müslümanın eli öbür Müslümanın eline, onun eli de bir başka Müslümanın eline, böylece bütün Müslüman eller kenetlenecek, horasanla kaynaşmışçasına kaynaşacaklar ve bütün Müslüman dünya, kopmaz, yıkılmaz bir bina kuracak. Evlerden evlere barış taşınacak, muştu götürülecek, yüzleri Kur’an neşesi saracak. Her Müslüman, Kur’an’dan bir ayet gibi, kalbini öbür Müslümanlara götürecek. İşte bu eşsiz bayram, yalnız bizimdir.”
İslam Milletinin Kurban Bayramı kutlu olsun.
YÜCE DİRİLİŞ PARTİSİ