PARTİMİZ MENSUPLARINA VE BÜYÜK MİLLETİMİZE

İstanbul, 16 Kasım 2025

İslâm Milletinin uzun gecesinde, karanlığın koyu saatinde, her anının mazlumların kanlarıyla yıkandığına şahit olduğumuz bu utanç çağında; perdelenen hakikat ve kurtuluş yolunu bir kez daha açan merhum Üstadımız Sezai Karakoç’u rahmetle anıyoruz.

Üstadın 18 yıl önce bugün kaleme aldığı açıklamayı vefat yıldönümü vesilesi ile hatırlatıyoruz.

YÜCE DİRİLİŞ PARTİSİ

GENEL BAŞKANI

LÜTFÜ YILMAZ

 

GÜNEŞ YENİDEN PARLAYACAKTIR

İstanbul, 16 Kasım 2007

Batılıların Ortadoğu dedikleri, İslâm Dünyasının merkez ülkeleri olan bölge, yaklaşık yüzyıldır tarihi bir şoku yaşıyor. Osmanlı devletinin, kendi öz adıyla Devlet-i Âliyenin (Yüce Devlet) yıkılmasının, ortadan kalkmasının şokunu.

Eski dünyanın ortası, merkezi olan bu bölge, tarih boyunca büyük devlet gücüyle ayakta durmuş, bir taraftan doğuyla batı arasında sağlıklı bir ilişkiyi, diğer taraftan doğu, batı ve orta dengesini kurmuş, böylece insanlığın mümkün olduğu ölçüde birarada bir bölgenin öbürünü ezmediği bir düzen sağlamıştır.

Kur’an-ı Kerim’de anlatılan, Doğu’ya ve Batı’ya dikilmiş Zülkarneyn setleri, İslâmın, bu, Doğu’yu da, Batı’yı da “yer”lerinde tutan gücünü sembolize etmektedir.

Abbasiler bunun ne güzel bir örneğidir.

Son büyük islâm devleti olan Devlet-i Aliye (Osmanlı Devleti), islâm ruhuna erişi ve yüzyılların birikimi ile bu bölgedeki çeşitli ırklara, mezheplere, hatta dinlere sahip toplulukları, antik dünyadan kalanlar dahil, adetleri, gelenekleri, inançları, medeniyetleriyle, farklı coğrafyalarıyla geniş bir alandaki insanları, mümkün olan bir sulh, sükûnet ve refah içinde yaşatmıştı. Bunu yaparken, Batı’nın ve Kuzey’in hiç durmayan saldırılarını karşılamayı da sürdürmekten geri kalmamıştı.

Ne yazık ki, yüzyıllar süren bu saldırılar sonunda bu kutlu devleti yıkmayı başardı Batı. Bunu da temelde teknoloji sayesinde yaptı.

Tarihe gömülen bu eşsiz devlet, yerinde, büyük, doldurulmaz derin bir boşluk bıraktı.

Kendisine üstünden güneş batmayan imparatorluk adını veren İngiliz İmparatorluğu, bu boşluğu doldurmak istedi. Ama bu mümkün değildi. Çünkü: o, ne kadar uyum sağlamağa çalışırsa çalışsın, sonuç itibariyle “yabancı”ydı. Dertleri bilemezdi. Çıkarı için gelmişti ve derdin kaynağı kendisiydi. Merkez İslâm bölgesini olduğu gibi, Doğu ve Batı İslâm Bölgelerini de Batılılar (Ruslar dahil) işgal, istilâ etmişlerdi.

İslâm için ne karanlık günlerdi, Yüce Devletin (Osmanlı Devleti’nin) yıkılış günleri.

Yerine bir çok sun’i, köksüz devletçikler türetilmişti. Bunlar da İngiltere’ye, Fransa’ya bağlı devletçiklerdi.

Sanki, islâmın son günleriydi.

Ama, en karanlık zamanlarda dahi, umudu kesmemek gerekir.

Çok zaman geçmedi, dünyayı paylaşamayan avrupalı devletler birbirine düştü. İkinci Dünya Savaşı dedikleri bu savaş, İslâm Âlemi için bir kurtuluş ümidini doğurdu. Bir çoğu bağımsızlığını ilan etti. İngilizler, Fransızlar, en sonunda Ruslar, İslâm ülkesinden kovuldular.

Ama ne yazık ki, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan sun’i devletçikler, ekonomi, askerlik, bilim ve teknoloji alanında gerekli güce ulaşamadıkları için kendini toparlayan Batı geri geldi.

Onları koruyacak, İslâm Âleminde düzeni sağlayacak, Batıya ve Doğuya haddini bildirecek, onları durduracak, Yüce Devlet (Devlet-i Aliye – Osmanlı Devleti) gibi bir devlet yok.

Sözde bize demokrasi, özgürlük, zulümlerden kurtuluş getiriyorlar. Oysa getirdikleri, ölüm, aşağılanma, sefalet, esaret ve köleliktir.

Ama, bu sürmeyecektir.

Biz, kimseye düşman değiliz. Hele halklara ve kendi yönetimlerinin fenalığını gören bilgin, sanatçı vb.lerine. Ama varlığımıza, kimliğimize, topraklarımıza, inanç ve değerlerimize, eşsiz medeniyetimize saldıran, ülkemizi işgal ve istilâya kalkışan, insanlarımızı öldüren, kalblerinin kinle ve kötülükle dolu olduğu hareketlerinden apaçık ortaya çıkan düşmanlarımıza, en yüksek düzeyde, milletimizin, BÜYÜK İSLÂM MİLLETİ’nin, sun’i de olsalar, zaruret dolayısıyla uyanması beklenen mevcut devletlerimizin, “İSLÂM BİRLİĞİ”ni kurarak, gereken karşılığı vereceklerinden hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

Hiç kimse şüphe etmesin ki, İslâm’ın Güneşi Asya ufuklarında göz kamaştırıcı bir parlaklıkla yeniden yükselecektir. O Güneş sönmemiştir. O Güneş, Diriliş Güneşi’dir. Vakti gelince; ki o vakit çok uzak değildir, bu güneşin ruhların birleşip kaynaşmasından doğup yeryüzünü ışıkla, aydınlıkla dolduracağını bütün insanlık görüp yaşayacaktır. Bu, müslümanlar için olduğu gibi, insanlık için de, asil kurtuluş, gerçek kurtuluş olacaktır.

YÜCE DİRİLİŞ PARTİSİ

Genel Başkanı

A. Sezai KARAKOÇ

KURBAN BAYRAMI VE ESKİMEYEN HAKİKAT

İstanbul, 7 Haziran 2025

“Her şey eskir şu dünyada, Eskimeyen hakikattir. Dünyada sanki eskime, biricik kuraldır. O kurala karşı koyma da yaşamanın şartı. Canlı bir özle karşı konulur, eskimeye karşı durulur. Dağ, taş, ağaç, yıldız ve gök eskir. Eskimeyen hakikattir. Eskitmeyen, eskimeye karşı koyan canlı öz, ruhtan doğmadır. Ruh da İlahi bir kaynaktan. Ay, güneş, su, ateş, zaman ve saat eskir. Eskimeyen hakikattir…İnsan ne için yaratıldı? İnsan eskimeyen bir hakikat için yaratıldı. Eskimeyen, eskitilmeyen bir hakikat için. Gün gelir, kıyamet bile eskir. Eskimeyen hakikattir.”

“Ana ilkemiz hakikattir” şiarıyla yola çıkan partimizin kurucu Genel Başkanı Sezai Karakoç (rahmetle anıyoruz), hakikatin zaman üstü gerçekliğini böyle tarif etmişti. Yine Kurban Bayramı’nın değerini şu satırlarla gönüllere nakşetmiş idi:

“Bayramdır ve yine bayram. Haccın ve Kurbanın Bayramı. Hac, Kâbe ve Kurban Bayramı. Müslümanlardan başka kimsenin sırrını anlayamayacağı bayramdır bu bayram. Nimetlerin ve nimetlere ilişkin kudretlerin bayramı. “Lebbeyk” sesinin bayramı. Müslüman pazusunun gerildiği bayram. Şeytanın taşa boğulduğu ve gömüldüğü bayram. Taşın bile şeytanı ezme şuurunu kazandığı bayram.

Müslümanların kalbi yavaş yavaş Kâbe’ye yönelir. Kâbe inanmış ak kalplerin toplayıcısı olur. Teker teker çeker Müslümanları. Ve bayram günü, Müslümanların kalbi, ihramlara girerek dünyadan soyunmuş, tavaflarla dünyadan arınmış Müslümanların kalbi, Kâbe’de toplanarak, oradan Allah’a yükselir. Kâbe, ruhların kutsal bacası.

Müslümanlar kutlu yolculuğa çıkarlar. Peygamberlerin, sahabenin, velilerin, imamların, şehitlerin toprağa armağan bıraktıkları hatıraları ziyaret ede ede Mekke’ye ayak basarlar. Arafat’ı görür görmez ruhların yurdunu hatırlarlar. Kâbe’yi, bu şehadet anıtını, putların kırıldığına şahit anıtı, Hz. İbrahim’in elleriyle temel yapıya konmuş Hacer-i Esved’i görünce dünyayı aşarlar. Böylece her hac yolcusu, İslam tarihini, peygamberler tarihini, Peygamber devrini yaşamış olur. Dinin özü tarihle birleşir. Tarih, İslam içinde yerini alır her hac yolcusunun kalbinde.

Tarih ve ibadet birleşmiş, bir araya gelmiştir. Mekân, Kâbe’den başlayarak, çizgi çizgi hac yollarıyla, göğe, kutlu cihana açılır olmuştur. Her hacı, dönüşünde kasabasına ve şehrine Kâbe’den bir anlam taşıyacaktır. Allah’ın katına, Kâbe’den bir kurban gibi yükselmiş kalbini taşıyacaktır. Hintli, Afrikalı, Asyalı, Avrupalı ayrılmaksızın birbirine örülmüş kardeşlik ipliğinden bir kıvrım taşıyacaktır ülkesine. Müslümanların kanında bir kardeşlik kanı gibi dolaşacak olan zemzem taşıyacaktır.

Ramazan Bayramı yılın bayramıdır, Kurban Bayramı tarihin bayramı. Oruçta, Müslüman, tabiatla hesaplaşmasını yapar. Ramazan Bayramı da tabiatı yenişin bayramıdır. Kurban Bayramı ise, tarihi yaşamanın yemişi. Ve bu iki bayramla Müslüman, tarihi yüklenmiş ve tabiatı yenmiş olarak Yaratıcının karşısına çıkmış olacaktır. İnsan karşısında tabiatla tarih nasıl birbirini tamamlarsa, bu iki bayram da birbirlerini tamamlar, bütünler. İnsan, oruç ayı boyunca, içinde görünmeyen tabiatı yavaş yavaş kurban eder. Hac boyunca da İslâm tarihinin şuuruna vararak nefsini kurban etmeyi öğrenir. Kurban işte bu iç kurbanın sembolüdür.

Kurban, din fedakarlıklarının tarihini insanın varoluşuna katar. Hacılar, Kâbe’den üstlerine düşmüş bir ışıkla geri dönerler. Mekke ve Medine, İslâm ülkelerinin her tarafına, bütün kasaba ve şehirlere görünüş görünüş taşınır. Kimse bu hayatı değiştiremez. Bu hayatı Müslümanlara bağışlayan Allah’tır. Bayram, onun bayramıdır.”

 “Allah’tan bir bağış gibi, Peygamberden bir armağan gibi, Kur’an’dan bir nefes gibi, sahabeden bir ses gibi, şehitlerden bir hatıra gibi, imamlardan bir ilim gibi” gelen bayramlar son yıllarda “adeta kendi genel varoluş ödevlerinin dışında bir misyon daha yüklenmiş bulunuyorlar.” Bu misyon, eskimeyen hakikati tamamen aşikâr hale getirerek, Müslümanları kaderin karşı karşıya bıraktığı karar ve seçim vaktinin idrakine vardırmaktır. Çünkü İslam ülkesi, her parçasıyla ve nihayetinde bütün olarak bir ölüm-kalım mücadelesinin içindedir ve bu mücadeleyi kazanmak Müslümanların gerçek gündemi ve acil kurtuluş çaresini fark etmeleri ile mümkün olacaktır. Bu farkındalığı engellemek için on yıllardır hayaller ve yalanlarla örülmüş bir propaganda bulutu, zihinleri kaplamak, bulandırmak ve karartmak için kullanıldı ve kullanılıyor.

Çağımızda hakikat, batılın en keskin kılıçlarından biri olan propaganda ile zorlu ve zorunlu bir mücadele içindedir. Bu mücadelede zamanın kılıcı hakikatin yanındadır: “Propaganda ile hakikat arasındaki yarışmada, başlangıçta propaganda hızla geçer hakikati. Fakat sonra çabuk yorulur, geriler, tökezler ve kalakalır. Hakikat ise yavaş yavaş ilerler, belli başlı bir merhaleye varır. Her merhalede yeni bir hız kazanır. Sonunda en hızlıdır ve hedefe vardığı zaman da sanki koşuya yeni çıkmışçasına bir tazelik ve canlılık içindedir.”

Evet, hakikat mağlup gözükse de daima muzafferdir. İslâm galip gelecektir. “Yeryüzü bana mescit ve temiz kılındı” kutlu müjdesinin ışığında arz her zerresiyle İslâm Yurdu olacaktır. Bu müjdenin tahakkuku ile bu zafer ve fethin gerçekleşmesi Müslümanların birliğine, İslam Milletinin her türlü mezhep, etnik kimlik ve ulus devlet aidiyetini aşarak tekrar bir araya gelmesine ve İslam Ülkesini yekpare bir vatan şuuruyla koruyup ayağa kaldırmasına bağlıdır. Gerçek bayram budur. Bu bayramda: “Bir Müslümanın eli öbür Müslümanın eline, onun eli de bir başka Müslümanın eline, böylece bütün Müslüman eller kenetlenecek, horasanla kaynaşmışçasına kaynaşacaklar ve bütün Müslüman dünya, kopmaz, yıkılmaz bir bina kuracak. Evlerden evlere barış taşınacak, muştu götürülecek, yüzleri Kur’an neşesi saracak. Her Müslüman, Kur’an’dan bir ayet gibi, kalbini öbür Müslümanlara götürecek. İşte bu eşsiz bayram, yalnız bizimdir.”

İslam Milletinin Kurban Bayramı kutlu olsun.

YÜCE DİRİLİŞ PARTİSİ

BAYRAMLAŞMA DUYURUSU

İstanbul, 3 Haziran 2025

Kurban Bayramının ikinci günü (7.06.2025 Cumartesi) Haseki’de bulunan İstanbul İl Başkanlığımızda, Genel Başkanımız Sayın Lütfü Yılmaz’ın katılımıyla saat 17:00 – 19:00 arasında bayramlaşma yapılacaktır.

YÜCE DİRİLİŞ PARTİSİ

PARTİMİZ MENSUPLARINA VE BÜYÜK MİLLETİMİZE

İstanbul, 31 Mayıs 2025

Eskişehir İl Teşkilatımızın Yönetim Kurulu Üyesi, Partimizin Kurucu üyelerinden Recai Dönmez’in kayınpederi, Sadettin Aydemir Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur.

Kendisine Allah’tan rahmet, ailesine, partimiz üyelerine ve milletimize başsağlığı dileriz.

YÜCE DİRİLİŞ PARTİSİ
GENEL BAŞKANI
Lütfü Yılmaz

RAMAZAN BAYRAMI İSLÂM MİLLETİ’NE KUTLU OLSUN!

İstanbul, 30 Mart 2025

ORUÇLARIMIZLA, İBADETLERİMİZLE, TÖVBELERİMİZLE DİRİLME, YAKILIP YIKILAN İSLÂM ÜLKELERİNİN KURTULUŞU İÇİN ASIL ADIMLARI ATMA

Allah’ın bize lütfettiği, her yıl imdâdımıza gönderdiği kutlu ay, Ramazan ayı, bin dört yüz kırk altıncı kez yine geldi. Bu geliş, onun ulvî vazifesidir. Kıyamet kopuncaya kadar da bu görevine devam edecek. Ne mutlu ona! Ne mutlu bize!

Oruç ki, insanı düşündürür. Geçmişine döndürerek ona olup bitenin muhasebesini yaptırır. Ömrün yanlış ve doğrularını insanın önüne serer. Bayrama çıkarken, insan daha bilinçli, daha güçlü ve daha umutludur.

Ramazan ayında hissettiğimiz yüce ve ulvi duyguların yanısıra, milletimizin dağınıklığının, İslâm ülkesinin sahipsizliğinin acısını da en yoğun şekilde yaşadık. Bu dağınıklık ve sahipsizlik yüzünden Gazze’de kısa bir zaman içerisinde yüzbine yakın kardeşimizi kaybederken elimizden hiçbir şey gelmedi. Uçaklar, füzeler ve bombalar halen şehrin üzerine ölüm kusmakta.

Bir yandan Gazze’de büyük bir katliam yaşanır ve hayatta kalabilen Müslümanlar tehcir edilirken, diğer yandan Batı Şeria’da Müslümanların mülklerine cebren el koyulmaktadır. Suriye ve Lübnan’da işgal genişleyip derinleşmekte, Yemen bombalanmakta, Sudan ve Libya yıkıcı bir iç savaşın pençesinde eritilmektedir. Doğu Türkistan, Keşmir ve Kudüs kendi haline terk edilmiştir. Batılı işgalcilerin planlarının bir parçası olarak Kıbrıs Batı’nın askeri üssü yapılmaktadır. İslam Milletinin tekrar birleşmemesi için her türlü gayret sinsice gösterilmekte, yeni işgal ve sömürü dönemine direnç göstereceği varsayılan İslam ülkeleri yalnızlaştırılarak birbirleriyle bağlantıları kesilmeye çalışılmaktadır.

Hal böyle iken, İslâm dünyasındaki yöneticiler çıkardıkları cılız sesler ile övünmekte. Saldırıların durması için Batı’dan medet ummakta, ABD’nin insafını ve yardımını beklemekte. Bu çağrıları yapanlar daima hüsrana ve hayal kırıklığına uğrayacaklardır. Çünkü yapılan bu saldırılar, sadece, sözüm ona bir devletin kendi başına tertipleyip gerçekleştirdiği eylemler değildir. Batı’nın, Kuzey’in ve Doğu’nun; kendi aralarındaki Soğuk Savaş’ı sona erdirdikten sonra, düşman ilân ettikleri İslâm’a karşı açtığı “topyekûn savaşın” devamıdır.

İslâm Dünyasının yöneticileri ve aydınları, gerçek gündemi bir yana bırakıp sun’i gündemlerle uğraşıyor ve halkı meşgul ediyorlar. İslâm Milleti kendisini bulmasın diye dış güçler tarafından doğrudan ya da dolaylı yoldan telkin edilen gündemlere takılıp kalan yönetimler, aydınlar, siyasî partiler ve medya, gerçek diriliş yolunu keserek halkın dayanma gücünü tüketiyorlar.

Oysa bu kutlu ay bizi, fert olarak da toplum olarak da UYANMA’ya çağırıyor. “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Bölünmeyin, parçalanmayın” diyor. “Donanın!” diyor. Bilgiyle, yüce İslâm’ın inancı ve ahlâkıyla, feraseti ve öngörüsüyle donanın diyor.

Çağrısı, duruşu ve gelişiyle, sulh, sükûn, dayanışma ve kaynaşma ayı olan Ramazan bizlere: Kendi aranızdaki sorunları; görüşerek, anlaşarak, uzlaşarak, birbirinize karşı fedakârlık ve diğerkâmlıkla çözün, halledin diyor.

Ve bu kutlu ay İslam Milleti’ni; Hz. Peygamberin saadet dolu asrında olduğu gibi, medeniyetimizin parıldadığı çağlarda olduğu gibi BİR olmaya çağırıyor. Batı’dan, Doğu’dan ve Kuzey’den gelecek bölünme, parçalanma ve çatışma kışkırtmalarına kapılmayın diye sesleniyor bize.

Ümidimiz odur ki Milletimiz diriliş düşünce ve hareketinin sancaktârı olan YÜCE DİRİLİŞ PARTİSİ’nde, genç-yaşlı, kadın-erkek hiçbir ayırım olmaksızın her taraftan fevç fevç gelip görev alsın. Ülkemizin her tarafında il ve ilçe merkezlerimiz, temsilciliklerimiz açılsın. Ve böylece yüzyıllardır Milletimize kapalı olan kurtuluş ve yeniden kuruluş kapısı açılmış olsun.

İslam Milletinin 1446. Ramazan Bayramı kutlu olsun.

YÜCE DİRİLİŞ PARTİSİ

BAYRAMLAŞMA DUYURUSU

Ramazan Bayramının ikinci günü (31.03.2025 Pazartesi ) Haseki’de bulunan İstanbul İl Başkanlığımızda, Genel Başkanımız Sayın Lütfü Yılmaz’ın katılımıyla saat 15:00 – 17:00 arasında bayramlaşma yapılacaktır.

YÜCE DİRİLİŞ PARTİSİ

PARTİMİZ MENSUPLARINA VE BÜYÜK MİLLETİMİZE

İstanbul, 16 Kasım 2024
Kurucu Genel Başkanımız, Büyük Diriliş Hareketinin Piri, eserleriyle ve tertemiz yaşantısıyla, aydınlarımıza, kutlu milletimize, hepimize örnek olmuş, yol göstermiş, milletçe içine düştüğümüz birçok felakete gebe bu korkunç çağda, İslâm idealini, İslâm Milletinin Dirilişi, Büyük Devletimizin ve İslam Medeniyetinin Dirilişi idealini apaçık ortaya koymuş,  bu ideali gerçekleştirecek neslin, Diriliş Neslinin yetişmesi için çalışmış, can emanetini Allah’a ve Diriliş Davası emanetini, Diriliş Nesline teslim etmiş çok sevgili Üstadımız  başta olmak üzere ebediyete kavuşan büyüklerimizi, ağabeylerimizi ve yol arkadaşlarımızı rahmetle ve minnetle anıyoruz.
Üstad Sezai Karakoç’un  29 Mayıs 2016 tarihinde Yüce Diriliş Partisi’nin 3. Olağan Kongresi’nde yaptığı konuşmayı vefat yıl dönümü vesilesi ile hatırlatıyoruz.
“Kardeşlerim,
Partimizin 3. Olağan Büyük Kongresi vesilesiyle bir araya gelme mutluluğunu tattığımız şu anda yüce topluluğunuzu can ve gönülden selâmlıyor, bu bir araya gelmenin paha biçilmez değerini ta kalbimin derinliğinde yaşıyorum. Çünkü: Allah’ın izniyle, hiçbir karşılık beklemeden, bir ödev veya görevi yerine getirmek için ve bir sorumluluk gereği, bu durduğumuz yerde duruyoruz. Fazla ilerlemiş görünmesek de, asla gerilemediğimizi ve bir adım bile geri adım atmadığımızı duruşumuzla anlatmaktayız sanırım. Ülkemizin ve milletimizin karşı karşıya bulunduğu dış ve iç şartların en ağır baskısı altında olunan bir tarihî dönemde, bir çekirdek halinde de olsa, geleceğimizi güven altına almak, kalıcı kurtuluş ve diriliş atılımını gerçekleştirmek amacına, proğramına ve planına sahip bir hareketin topluluğu olma şuurunu taşıyor, bu sebeple varlığımızı sürdürmenin ne denli lüzumlu olduğunu, tarihin meşhur ifadesindeki, “Uyvar önündeki bir türk gibi” direnişimizi tarihin ve çağın bağrına yazıyoruz. Yıllar geçer, devirler değişir, bizim bu şanlı varoluş direnişimiz devam eder ve bir gün ve belki de hiç de beklenmeyen bir gün, muhteşem dirilişini, eşsiz dirilişimizi doğurur. Onun içindir ki, bu umutladır ki, sabırla yerimizde duruyoruz, duracağız. Bunun çilesini çekiyoruz, çekeceğiz. Ve sonunda, doğacak fecrin, bütün bu sabır ve çilelere değdiğini göreceğiz. İşte, şimdi, bu selâmlaşmamız, bu anlamla yüklü olduğu için bizim nazarımızda değer biçilmez bir kutluluktadır. Kendi inancımızda, kendi düşünce ve görüşümüzde, kendi yerimizde bulunduğumuz ve ayağımız kaymadığı için Allah’a ne kadar hamd ve şükürde bulunsak azdır.
    Bize, bu kutlu ülkeyi, insanlık içinde en sahih kimlik olan kimliğimizi ve toplumumuzu diğer toplumlardan farklı kılan tüm değerleri, milletimiz İslâm Milletine bağışlamış olan Allah’a sonsuz kulluğumuzu arzederken; ve bu değerleri bize getirmiş bulunan başımız, baş tacımız Peygamber Efendimizi ve bu değerleri tam bir medeniyet bütünü halinde ebedî bir anıt gibi bize hediye eden ve miras bırakan büyüklerimizi sevgiyle, saygıyla ve rahmetle anıyoruz.
    Büyük Kongremizi yapıp ruhumuzu ve enerjimizi tazeleyerek sağlıklı ve güvenli adımlarla yolumuza devam edecek ve gelecekte milletimizin yeniden ayağa kalkışı, toparlanışı ve çağın dirilişini gerçekleştirmesini sağlaması amacıyla, bize düşen görevi bütünüyle yerine getirmek için, olanca güç ve çabamızı sarfetmek onurunu taşıma şerefine ereceğiz.
 … Ülkenin fiilen iki partiye dayanan siyasî yapısı devam ettiği için daha fazla genişlemek imkânını bulamadık. Partimizin İstanbul İl Merkezinde yaptığım çok sayıdaki konuşmada, Başkanlık Sistemi ve Yeni Anayasa konularından önce, Siyasî Partiler Kanunu’nun değiştirilerek, her türlü fikir partisinin kurulmasına imkân verilmesinin gerekliliği üzerinde ısrarla durmuştum. Ama ne yazık ki, bu konuda bir ilerleme kaydetmek mümkün olamamıştır.
      Kuşkusuz, faaliyetlerimiz, konuşmalarımız, görüşmelerimizle, ülke boyutunda, içten içe bir kaynaşma, bir oluşum söz konusu olmuştur, ama, bu şimdilik çok genel, neredeyse soyut denecek kadar belirsiz, çok yavaş bir ilerleme ve gelişmedir. Ümidimiz, ilerde şartların değişmesi durumunda, hareketimizin, gereken hız, kapsamlılık ve somutluk görünüşünü kazanmasıdır.
     Daha önceki dönemlerde olduğu gibi, bu dönemde de, ikili parti sisteminin arttırdığı, siyaset alanında varolan şiddetli gerilim, aslında toplum ve ülkeyi yıpratmayı sürdürmektedir. Çok partili dönemin başından beri devam eden bu durum, ne yazık ki, halkın psikolojisinde olumsuz gelişmelerin doğmasında etkili olmuştur. Bu yüzden, dış ilişkilerin ana ekseni değişmemiş, bağımlılıktan kurtulamamıştır.
Partimiz, Allah’ın izniyle, Kur’an-ı Kerim’in ışığıyla, Peygamber Efendimiz’in rehberliği ve kutlu parmağının işaretiyle, Milletimizin yeniden ayağa kalkacağına ve Büyük Dirilişi gerçekleştireceğine açık ve somut bir kanıttır. Vâdenin, içinde bulunduğumuz şartlardan çok, ihtiyaç ve umutlarımız çerçevesinde kısaltılması, ilâhî bir lütuf olarak beklentimiz ve duamızdır.
     Hepinizi sevgi ve saygıyla selâmlayarak sözlerime son veriyorum. İyilikler içinde olun. Sağ olun.”
YÜCE DİRİLİŞ PARTİSİ