Fitne Ortamı ve Mâsûm Millet

İstanbul, 23 Şubat 2008

      16 Şubat 2008 Cumartesi günü, partimizin İstanbul İl Merkezinde yaptığımız konuşma, “Fitne” konusunda oldu.

      Kimi zaman, Dünya’ya bir kuyruklu yıldızın yaklaşmakta olduğu söylenir. Yeryüzüne çarpması ihtimali, insanlarda korku ve heyecana sebep olur. Tehlikenin ortadan kalktığı söylenince de yüzler güler, aydınlanır. İşte, bunun gibi, bir ülkeye doğru bir savaş ya da fitne rüzgârı eserse, gönülleri bir korku bulutu kaplar, sarar. O geçince de yürekler tekrar ferahlığa erer.

      Gerek insanlık, gerek islâm ülkeleri ve özellikle ülkemizin tarihi, toplumu allak bullak eden fitne fırtınalarının çalkantıları, kıyım ve yıkıntılarıyla doludur. Toplum trajedilerimizin temelinde, hep fitne tohumları ekilidir. Bu gerçek, fitnenin patladığı zaman anlaşılmasa da, er geç ortaya çıkmakta, bir gün mutlaka toplumun fitnede yanıp kavrulmasının kaynağı belirlenmekte, gizli kalmamaktadır. Ancak, bu hakikat çok sonra bilindiğinden, zamanında fitnenin zararlarından korunmak için gereken tedbirler alınamamaktadır.

      İster ülke içinden zuhur etsin, ister dışarıdan gelsin, fitnelerin patlak vermesi sebebiyle memleketin tartışmalara ve kavgalara kilitlenmesi, düşmanları sevindirir; o an o ülkenin en zayıf anı olarak görülür ve ona verilebilecek zararın vakti gelmiş kabul edilir: Gerek uzak, gerek yakın tarihimizde görülen, ülkemize yönelik saldırıların, tecavüzlerin ya da uğradığımız kayıpların hep içte patlak veren fitnelerin ertesinde olması, bir tesadüf olmayıp önceden hesap edilmiş hareketlerin sonucu meydana gelmiş oldukları gerçektir. Bu bakımdan, aklı başında devlet adamları kısa vâdeli düşünmezler; ülkenin uzun vâdeli çıkarlarını düşünerek fitneyi ateşleyecek, kızıştıracak polemik, tartışma ve kavgalardan uzak durmayı bilirler.

      İhtiyat, sakin davranış, tahrike kapılmama ve tahrik etmeme, tahriklerden kaçınma, uzak görüşlü devlet adamlarının özelliklerindendir. Serinkanlılık, diğer bir ifadeyle soğukkanlılık, korkaklık değil, toplumun huzur ve selâmetini her kaygının üstünde tutan devlet adamı olmanın gereklerindendir.

      “Fitne, katilden eşeddir(öldürmeden daha kötü, daha zararlıdır)” ilâhî uyarısı, “Fitne koptuğu zaman koşuyorsanız durun, ayaktaysanız oturun, oturmaktaysanız yanınıza yatın” hadisi ve tarih boyu büyüklerin dikkat çekişleri, hep insanların başına gelecek felâketleri önlemek amacını taşır.

      Hz.Osman’ın şahadetiyle başlayan, Sıffinle, Hz.Ali’nin şehadetiyle devam edip Kerbelâ facisıyla zirveye çıkan fitne, islâm tarihinde zaman zaman patlak veren hâdiselerin tükenmeyen şeytanî kaynağıdır.

      Sultan Aziz’in önce tahttan indirilip sonra öldürülmesi, kutlu vatanımız için, son yüzyıllardaki felâketimizin belli başlı sebeplerinden biri olmuştu, Sultan Abdülhâmid’in tahttan indirilmesi ise, Büyük Devletimizin yıkılışının âdeta gözle görülür, elle tutulur somut göstergesi sayılsa yeridir. “Hâl’de şûm vardır (Tahttan indirmede uğursuzluk vardır)” inancı da bu sebeple o zamanlar yaygın bir inanıştı.

      Cumhuriyet Döneminde de, dış ve iç mihrakların tertip, tesir ve telkini ile girişilen 27 Mayıs Hareketi, sonuçları itibariyle 70’li yılların korkunç anarşi ve terör devrini doğurmuş, binlerce kişinin hayatına birçoğunun yaralanmasına, sakat kalmasına ve milletimizin telâfisi zor, zarar ve kayıplarına sebep olmuştur. Arada ve daha sonra irili ufaklı hareketler bununla bağlantılı olarak toplumumuzu 21. milâdî yüzyıla değin süreklice gerilim, telâş ve endişe içinde tutmuştur. Bugün de, belki, yeni bir fitne kaynağından türeyen, kargaşa ve kaosa uzanması ihtimali olan sarsıntılı, çalkantılı, başkaldırı görüntülü, eleştiri hududunu aşan kımıldanış, davranış ve sözler, o ortamda, kolayca boy vermenin zeminini bulmuştur.

      Nesillerin gerçek bir kimlik kişilik, ruh ve görüş sahibi olmasıyla karşılanıp savuşturulabilecek bu tür tehlike ve risklerin, batıcılığın dünya görüşü ve felsefe olarak benimsetilmeğe çalışıldığı ülkemizde, ne yazık ki, her seferinde, tahribatını tahminlerin üstünde icra ettiği ve bunların da varlığımızı kökten kemiren parazitler ve çöküş araçları olduğu gerçeği, geleceğimizin tehditlerden korunması ve selâmette kalması açısından gözden uzak tutulmamalıdır.

      Fitne ortamımda, uzun bir zaman çerçevesinde, mâsûm milletimiz çırpınıp duruyor ve hep kurtuluşunu gözlüyor.

      “KÖPRÜ” ALDATMACASI

      Bugün, Partimizin İstanbul İl Merkezimizde yapacağımız konuşma, medeniyet açısından dünyadaki durumumuzla ilgilidir.

      Yaygın bir söz vardır: “Ülkemiz, Doğu ile Batı arasında bir köprüdür. Doğuyla Batı’yı birbirine bağlıyoruz. Batı Medeniyeti ve Doğu Medeniyeti arasında kültür ve medeniyet alışverişine aracı oluyoruz. Böylece insanlığa büyük hizmette bulunuyoruz.”

      İlk bakışta lehimizeymiş gibi görünen bu söylem ve hükmün, üzerine düşünülünce, şuuraltımıza, yanıltıcı, milletimizin değerini görmezlikten gelen ve netice itibariyle ülkemizi ve milletimizi kendine özgü medeniyeti olmayan, başka milletlerin medeniyet alışverişlerine aracı olmaktan başka bir mârifeti bulunmayan bir ülke ve milletmiş gibi gösteren saplantılı düşünceleri, zehirli tohumları saçtığı, bu nevi hain amaç ve maksatlar taşıdığı ne yazık ki bir hakikattır.

      Anlaşılıyor ki, Batı, boş bulunduğumuz her vakitte, ruhumuza, görünüşte insancıl, gerçekteyse, atılımdan, ortaya yeni ve büyük eserler koyma gayretinden alıkoyucu bir psikoloji aşılamaya çalışmış.

      Anadolunun tarihini de, sözde bilim adamaları, doğudan batıya, batıdan doğuya olan kavim göçlerinin yolu gibi açıklarlar. Sanki, Anadolu’nun kaderi, hep yabancıların ayakları altında çiğnenmektir! Oysa dünyada zaman içinde göçlerle çiğnenmeyen toprak mı kalmıştır?

      İster Anadolu’nun gerçek tarihini düşünelim, ister milletimizin tarih içindeki gerçek yerini araştıralım, karşımıza en özgün medeniyeti üreten bir toprak, bir coğrafya ve bir millet çıkar: işte o yurt bizim yurdumuz, o millet bizim milletimizdir.

      Antik medeniyetler çağında, bugün farkına varıyoruz ki, sadece eski grek medeniyeti değil onun kadar gelişmiş olan Anadolu medeniyetleri vardır. Batı Anadolu’daki medeniyeti yunanlılara mâletmek, Batının, bilimde gösterdiği tarafgirliğe, sübjektifliğe bir örnektir.

      Hakikat Medeniyeti olan İSLÂM MEDENİYETİ, milletimizin özgün medeniyeti olarak yine bizim toprağımızda, Anadolu’da ve Rumeli’nde ve bütün islâm ülkelerinde boy göstermiştir. İyi veya kötü niyetle ülkemize gelen doğulu ve batılılar, medeniyetimizin verimlerini, eserlerini, düşünce ve ahlâkını, güzelliklerini ve nimetlerini memleketlerine götürmüşlerdir. Çalarak da olsa, yağmalayarak da olsa, bundan kaçınmamışlardır. Doğu Medeniyetlerinde de, Batı Medeniyetinde de, İslâm Medeniyetinin, Milletimizin izleri, aslan payı mesabesindedir. Onlara köprü olmaya ne hâcet, medeniyet binalarının taşında, harcında alınterimiz vardır!

      Önümüzdeki çağlarda insanlığın muhtaç olduğu yeni medeniyet ve insanlık atılımının yurdu ve milleti, yine, bizim yurdumuz ve bizim milletimiz olacaktır. Çiğnenip ifrat ve tefrit medeniyetlerine geçiş toprağı olmak değildir inşallah kaderimiz ve tarihi misyonumuz. Hedefimiz ruhça yozlaşmış ve çölleşmiş batıyı ve doğuyu, bütün yeryüzünü yeniden yeşertmek, hakikat tohumlarını saçarak ruhları altına çevirmektir.

YÜCE DİRİLİŞ PARTİSİ

Genel Başkanı

A. Sezai KARAKOÇ