İstanbul, 16 Kasım 2007
Batılıların Ortadoğu dedikleri, İslâm Dünyasının merkez ülkeleri olan bölge, yaklaşık yüzyıldır tarihi bir şoku yaşıyor. Osmanlı devletinin, kendi öz adıyla Devlet-i Âliyenin (Yüce Devlet) yıkılmasının, ortadan kalkmasının şokunu.
Eski dünyanın ortası, merkezi olan bu bölge, tarih boyunca büyük devlet gücüyle ayakta durmuş, bir taraftan doğuyla batı arasında sağlıklı bir ilişkiyi, diğer taraftan doğu, batı ve orta dengesini kurmuş, böylece insanlığın mümkün olduğu ölçüde birarada bir bölgenin öbürünü ezmediği bir düzen sağlamıştır.
Kur’an-ı Kerim’de anlatılan, Doğu’ya ve Batı’ya dikilmiş Zülkarneyn setleri, İslâmın, bu, Doğu’yu da, Batı’yı da “yer”lerinde tutan gücünü sembolize etmektedir.
Abbasiler bunun ne güzel bir örneğidir.
Son büyük islâm devleti olan Devlet-i Aliye (Osmanlı Devleti), islâm ruhuna erişi ve yüzyılların birikimi ile bu bölgedeki çeşitli ırklara, mezheplere, hatta dinlere sahip toplulukları, antik dünyadan kalanlar dahil, adetleri, gelenekleri, inançları, medeniyetleriyle, farklı coğrafyalarıyla geniş bir alandaki insanları, mümkün olan bir sulh, sükûnet ve refah içinde yaşatmıştı. Bunu yaparken, Batı’nın ve Kuzey’in hiç durmayan saldırılarını karşılamayı da sürdürmekten geri kalmamıştı.
Ne yazık ki, yüzyıllar süren bu saldırılar sonunda bu kutlu devleti yıkmayı başardı Batı. Bunu da temelde teknoloji sayesinde yaptı.
Tarihe gömülen bu eşsiz devlet, yerinde, büyük, doldurulmaz derin bir boşluk bıraktı.
Kendisine üstünden güneş batmayan imparatorluk adını veren İngiliz İmparatorluğu, bu boşluğu doldurmak istedi. Ama bu mümkün değildi. Çünkü: o, ne kadar uyum sağlamağa çalışırsa çalışsın, sonuç itibariyle “yabancı”ydı. Dertleri bilemezdi. Çıkarı için gelmişti ve derdin kaynağı kendisiydi. Merkez İslâm bölgesini olduğu gibi, Doğu ve Batı İslâm Bölgelerini de Batılılar (Ruslar dahil) işgal, istilâ etmişlerdi.
İslâm için ne karanlık günlerdi, Yüce Devletin (Osmanlı Devleti’nin) yıkılış günleri.
Yerine bir çok sun’i, köksüz devletçikler türetilmişti. Bunlar da İngiltere’ye, Fransa’ya bağlı devletçiklerdi.
Sanki, islâmın son günleriydi.
Ama, en karanlık zamanlarda dahi, umudu kesmemek gerekir.
Çok zaman geçmedi, dünyayı paylaşamayan avrupalı devletler birbirine düştü. İkinci Dünya Savaşı dedikleri bu savaş, İslâm Âlemi için bir kurtuluş ümidini doğurdu. Bir çoğu bağımsızlığını ilan etti. İngilizler, Fransızlar, en sonunda Ruslar, İslâm ülkesinden kovuldular.
Ama ne yazık ki, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan sun’i devletçikler, ekonomi, askerlik, bilim ve teknoloji alanında gerekli güce ulaşamadıkları için kendini toparlayan Batı geri geldi.
Onları koruyacak, İslâm Âleminde düzeni sağlayacak, Batıya ve Doğuya haddini bildirecek, onları durduracak, Yüce Devlet (Devlet-i Aliye – Osmanlı Devleti) gibi bir devlet yok.
Sözde bize demokrasi, özgürlük, zulümlerden kurtuluş getiriyorlar. Oysa getirdikleri, ölüm, aşağılanma, sefalet, esaret ve köleliktir.
Ama, bu sürmeyecektir.
Biz, kimseye düşman değiliz. Hele halklara ve kendi yönetimlerinin fenalığını gören bilgin, sanatçı vb.lerine. Ama varlığımıza, kimliğimize, topraklarımıza, inanç ve değerlerimize, eşsiz medeniyetimize saldıran, ülkemizi işgal ve istilâya kalkışan, insanlarımızı öldüren, kalblerinin kinle ve kötülükle dolu olduğu hareketlerinden apaçık ortaya çıkan düşmanlarımıza, en yüksek düzeyde, milletimizin, BÜYÜK İSLÂM MİLLETİ’nin, sun’i de olsalar, zaruret dolayısıyla uyanması beklenen mevcut devletlerimizin, “İSLÂM BİRLİĞİ”ni kurarak, gereken karşılığı vereceklerinden hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
Hiç kimse şüphe etmesin ki, İslâm’ın Güneşi Asya ufuklarında göz kamaştırıcı bir parlaklıkla yeniden yükselecektir. O Güneş sönmemiştir. O Güneş, Diriliş Güneşi’dir. Vakti gelince; ki o vakit çok uzak değildir, bu güneşin ruhların birleşip kaynaşmasından doğup yeryüzünü ışıkla, aydınlıkla dolduracağını bütün insanlık görüp yaşayacaktır. Bu, müslümanlar için olduğu gibi, insanlık için de, asil kurtuluş, gerçek kurtuluş olacaktır.
YÜCE DİRİLİŞ PARTİSİ
Genel Başkanı
A. Sezai KARAKOÇ